7 Aralık 2012 Cuma
bugün cuma
yalnızlığa alışan ve gitgide onsuz yapamayan bünyelerde; dışarıya çıkmanın, sosyal ilişkiler kurmanın ne kadar yorucu olduğunun farkına varıldığı zaman dilimi.
cuma öğleden sonraları, ilköğretim kısmında istiklal marşının bitişiyle başlayan kutsal zamanlardı. dünya, önlüğünün yakasını çıkarıp topun peşinde koşan bir çocuğun peşinden döner dururdu. hafta içi kirlenmekten bok gibi olmuş önlük, cuma günleri resmen kahverengiye kaçardı tozdan. mutluluk yamuk olmayan bir plastik topun peşinden, yorulmadan saatlerce koşmaktaydı.
lisede cuma öğleden sonraları, jordan'ın atış sonrası bileği havada tutma eylemini taklit etmeye çalışarak geçerdi. akşamları da evden alınan kısıtlı bütçeyle internet kafeye gidip saatlerce play station oynamaktı. half life diye bir oyun yeni çıktığından, en büyük eğlencemiz birbirimizi öldürmek olmaya başlamıştı. sinsiler, sniper tüfeğiyle bir köşeye geçip herkesi beyninden vurmaya devam ederken, delişmen sınıfı elinde pompalıyla manyak gibi zıplayarak koşardı. bazukayı piknik tüpü taşır gibi her yere götürenler, o siktiğimin nükleer bombasını çalıştırıp herkesi bir anda öldüren çakallar, lazer tuzağı kurup avını bekleyen gencolar, her şey çok güzeldi be. internet kafeye tüm parayı vermek çok büyük bir sorun değildi. çünkü cuma günleri dünyanın en güzel zamanıydı, sabah dersleri bir başka güzel başlar, hele öğleden sonra beden varsa insan mutluluktan yere basmayı unutur, akşama kadar top oynar, eve gelir yemeğini yedikten sonra da dışarı çıkardı. gece, internet kafesinde yeni bir dünyaya saatlik ücret ödeyerek adım atar, eve geldikten sonra da kanal d'de yayınlanacak nba maçı için saatini kurardı. devre arasında şifreli cine 5'i gözlerini kısarak çözmeye çalışan bir nesil olduğumuzdan, uzağı görenlerimiz fazla kalmadı. yoldaki tabelaları tüm iyi niyetime rağmen okuyamıyorum. monitör uzaklığından fazla olan yazılar, karınca duası gibi geliyor.
bir güne çok şey sığmıyor artık, cuma günleri eski kutsallığını kaybedeli yıllar oluyor. içmek için cumayı beklediğim üniversitenin ilk yılları geride silik birer fotoğraf gibi. cuma günleri bitmesini beklediğim derslerim yok. öğleden sonra eşofmanlarımızı giyip şimşek gibi okulun bahçesine inmek de yok. futbol oynamak için, 12 kişinin organize olması gerekiyor etrafı telle çevrilen halı sahalarda. internet kafelere gidip parayla internete girmenin, pompalıyla ortalarda koşmanın zamanı da geçti. oyundan sonra, malum el hareketiyle nasıl koydum çocuğu yapıp karşı tarafı kızdırmak da yok. artık insan yok ulan çevremde, cuma akşamı 22 inç monitörümün yanında dizilen bira şişelerimle, bana devrim şarkıları söyleyen winampımla herhangi bir akşam gibi gelip geçiyor işte. hayranlıkla baktığım bilgisayar oyunları ve evde olup sınırsız oyun oynamak için delirdiğim bilgisayarlar artık sadece bir saat sonra sıkıldığım metalar halini aldı.
futbol oynamak için okula, oyun oynamak için internet kafeye, içmek için bostanlı sahiline, müzik dinlemek için kulağımda walkmene ihtiyacım kalmadı artık. her bir şeyimi bilgisayarımın karşısında yapabiliyorum. futbolumu oynayıp biramı sözlük karşısında içerken, onbinlerce şarkı arasından kolaylıkla şarkılarımı dinleyebiliyorum. cuma akşamları vizyona giren filmlerin heyecanı da kalmadı artık. sevdiğim filmler kayıtlı, en güzel sahnelerini açıp izliyorum. hepsinin izleyemiyorum artık can sıkıntısından. tamamlayamıyorum filmleri, yarıda bırakıyorum kitapları. arkadaşlarımla görüşmek ve kısırdöngü gibi her seferinde aynı şeyleri yapmak istemiyorum. yeni bir şeyler aramak için dışarıya çıkmak yerine, rastgele siteler açıyorum. msn'de çevrimdışı olarak aylarca yaşayabiliyorum.
lisedeyken hayvan gibi hayal kurardım, o da yok artık. ne bir pişmanlık ne de bir çaba. sikik bir akvaryuma koyulmuş lepistes gibiyim. tüm gün boş gözlerle etrafıma bakıyorum. ne aşırı sevinç var ne de üzüntü. sektirmeden aldığım mizah dergilerimi okurken keyif alıyorum ama yüzüm gülmeye çalışmıyor. fransızca bilmeden le figaro okuyormuşum gibi, vasat bir türk genci olarak beyzbol filmi izliyormuşum gibi. anlamıyorum ve işin kötüsü anlamaya da çalışmıyorum.
ilkokulu, ortaokulu, ağaçta yaptığımız avcı kulübesini, karatepe'den aşağı frensiz pinokyo bisikletle inişimi, öğretmenlerimi, birinci sınıftaki okul çantamı, babamla yaptığım yaldızlı uçurtmayı, kardeşimle yaptığım kavgaları hatırlıyorum ama geçen ay ne yaptığımı bilmiyorum. 28 yaşındayım ve son 5 senedir ne yaptığını anlat deseler, en fazla bir günlük z raporu çıkarabilirim. zaman hızlı geçiyor, her gün sadece tek bir şey yaparak bitiyor.
bir on sene sonra bugünlerimi özlemle ancak sikko bir adam olacağımı da biliyorum, geleceği görebiliyorum ama şimdiyi hatırlamıyorum. 20 sene sonra keşke 28 yaşımda olsam da dünyayı yerinden oynatsam diyeceğime de eminim. ama kıçımı koltuktan kaldırmıyorum. dünya her gün yerinden oynuyor zaten, benim yeni bir şeyler vermemin mümkünü yok. bildiklerim, başkalarının öğrettikleriyle sınırlı. ne biliyorsam, bir önceki nesiller yazmış oluyor. yeni bir şeyler girmek yerine, her entrymde anı anlatıyorum. halit kıvanç'a dönüşeceğim 3 vakte kadar.
yalnızlığım bilinçli bir tercih olsa da, beden eğitimi dersinde hocanın serbestsiniz dedikten sonra topa yüz kişiyle saldırmayı özledim lan. evimiz hollywood'da izlerken, üniversitede ben de böyle olacağım deyip beyni az gelişmiş ergen gibi hayal kurmayı, azıcık paramı internet kafeye yatırmayı, cuma günlerini ve eğlenceli akşamlarını özledim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder