18 Aralık 2012 Salı
çocukluğum..
sobanın içinde harlayan turuncu alevleri izlerken yanaklarını allar basan,
sobanın üzerinde kızartılan ekmeğin kokusunu içine çeken,
muhakkak birkaç kez elini yakmış,
balon ve toplarını sobaya değdirip patlatmış,
kendi küçüklüğünden olsa gerek, gözüne dev gibi görünen o kahverengi koca demir yığınından korkan
çocukluğum..
büyüdüğümde de farkına vardım ki, hiçbir ekmek kızartma makinesi, kalorifer peteği, tost makinesi ya da katalitik, sobanın yerini tutamadı..
annesinin değerini bilen çocukluğum..
sabah saat altı olur annem kalkar oğulları üşümesin, hasta olmasın diye beş kat aşağıya inip on kiloluk içi dolu odun kömür, metali buz gibi soğuk olan kovayı hiç şikayet etmeden yukarı her gün çıkartırdı. eve gelir soluk almadan sobayı yakmaya çalışır. Ben o sırada yeni uyanmakta olurum ve o çapaklı gözlerimle annemi izlerdim. annemin suratı, üstü başı ve elleri kapkara içinde kalırdı. ama o hayatından memnun tek amacı sobayı bir an önce yakmak ve kahvaltıyı hazırlamaktı.
gece olup soba yavaş yavaş söndüğünde annem yine işbaşındaydı. ilk önce sobayı söndürür kapıları sıkıca kapatır ki geceleyin soğuk olmasın. her gece hiç bıkmadan usanmadan yine uyarısını yapar '' oğlum bi koku alırsan hemen haber ver''. ama anne bunla kalmaz siz tuvalete kalkarsınız hemen telaşla yataktan fırlar ve yanınıza gelir bir şey oldu mu diye.
Şimdi hatırlıyorum da anneme zamanında neler çektirmiş bu kör olası soba.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder